30 Ocak 2013 Çarşamba

Bahane...


-Merhaba,rahatsız ediyorum ama üst katınıza yeni taşındım. Daha yerleşemedim varsa sizde bir intihar bahanesi alacaktım.

Kadında şaşırmadan hiçbir iz gözlemlemedi ve kadında aynı kibarlıkla cevapladı:

-Hoşgeldiniz maalesef bizde de bize yetecek kadar var başka zaman inşallah.
Doğru fazlası olsa verebilecek içtenlikte ve gerçekçilikte bir kadına benziyordu. O telaşla evin dağınıklığını bırakıp çıktı dışarı. Yavaş adımlarla gezindiği sokakta köşedeki markete “hem bir su alayım hem de bahenem olsun adres sorarım” niyetiyle girdi. Adam o sırada televizyonda “ölemden öte köy var” isminde dini bir program izliyordu. İşi düştüğü için “selamun aleyküm” deme gereği duydu. Adam da uzun bir giriş cümlesinden sonra aleyküm selama geldiğinde istem dışı esnedi. “Bi’ soğuk su bi’ de…” Adam dönüp baktığında “neyse unuttum onu da dönüşte alırım” dedi.

Bahane bulmak o kadar zor olmamalıydı. Aslında bin bir türlü bahane var ama geriye öyle sağlam bir bahane bırakmalıydı ki kimse ağzını açıp da sövmeden ağıt yakabilmeliydi ardından. Hep hazırda bulundururdu aslında cesaret zamanları için sakladığı ama onu da geçen gün lise arkadaşına vermişti. Kendisi için o kadar da önemli değildi zaten zor da kalırsam diye saklıyordu onu da; ama sıkı bir Teoman dinleyicisine Teoman müziği bıraktıktan sonra ne dinleyeceğiz şimdi biz bahanesi yeter de artar bile!

Geçen minübüsü refleks olarak durdurdu ve bindi, ne kadar bozuk para varsa bakkalın verdiği parayı uzattı ve “pia’nın evine” dedi. Pia ne zamandır kayıptı ama sonunda yerleşik hayata geçmişti demek ki. Kaptanı da az uğraştırmamıştı. Adamcağız “ellerini tutabilsem pia’nın eksiksiz ölürdüm” derken belki de şu anda Pia’nın ellerini tutacak bu gittiği yerlerde. Minübüs’te çalan caz şarkıya eşlik ederken telefon çaldı  “he tamam, he, anladım, tamam kapat anladım” geçiştirmeleri içinde geçen konuşmanın ardından tekrar minübüs radyosundaki caza eşlik etti.

“Şimdiki cazcılar eskileri kadar iyi değil” diyen teyze olmasa devam da ederdi de, teyze hiç susmayınca “kaptan ilk aşıklarda indir beni” dedi. Kaptanın ışıkları tek tek geçerken aşık bulması zor olsa da kuytu bir köşede indirdi yaklaşık 5 dakika sonra. İndiği caddedeki ilk kafeye girdiğinde Ayten’i gördü. “Milyonkere Ayten” tek başına oturuyordu. Kısa sohbetten sonra “Ayten bana bi’ bahane lazım” Ayten kendinden emin “beni Markiz pastanesinde vurdular sen vurdun” dedi. Ezberlenmiş sözler gibiydi ama çok daha fazlasıydı aslında. “Ölülerin ne kendilerine ne de başkalarına bahaneleri olmaz” “Bahanenin adı da Ayten olacak değil ya” diyerek o kafeyi de terketti.

Kısa bir yürüyüşten sonra kentin en işlek boş sokağına vardı. Yine telefon çaldı; “anladım, çok iyi, peki, nasıl istersen,beni kandırmıyorsun değil mi, tamam hoşça kal bekliyorum”…Konuşmasının ilk saniyelerinden son anına kadar yüzüne gelen gülümseme kalıcı bir mimik gibi saplanmıştı çirkin suratına.  Yoldan geçen adama “ buranın en yüksek kaldırımı nerede” diye sordu. Adamın karışık tarifine rağmen sadece 3 “burası mı acaba” iç geçirişi ve sorusundan sonra kendi kendine bulabildi. En yüksek kaldırımın ucuna kadar gitti. Önce tükürdü yere doğru sonra tükürüğüne yetişmek istercesine bıraktı kendini. Aşağısı kan, aşağısı beton, aşağısı su, aşağısı intihar…İntihar etmek için sadece bir bahane…Telefondaki ses ne dedi? Bunu hiçbir zaman bilmeyeceğiz. Ama şu kesin ki bundan daha fazla mutlu olamayacağını o da biliyordu 30 yıl sonra gelen bu tebessümle…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder