Dibin daha farklı bir dibi var mıdır? Yoksa bu gittiğim yol ne? Düşüş başladı mı durduramıyor insan, en azından yer çekimine karşı gelmemek de bir boyun eğme biçimi ya da muhalif olamadığın bir kural.
Bilmediğim ya da beceremediğim onca şeyin içine becerebildiklerimdeki rahatsız edici ilkeli hareket etme isteğim bir yolumu daha tıkadı. Popülarite denen aptalca şeyden kabuğa dönüş de güzel elbet. Darbelerin on yıl geriye götürdüğü ülkeler gibi ortada kalmak olsa da yolun sonunda kimseye bağlı olmamak en güzel ifadesiyle bağımsız olmak çok güzel. Ne geldiyse bundan geldi başıma gerçeği de çok gerçekçi bir şekilde hayatımın tüm alanına sindi.
Rezilce kaybetmektense güzelce kaybediyorum ama her kaybediş can yakıyor. Tüm bankaları havaya uçurma hislerimin depreştiği şu günlerde insanı maddiyata zorlayan bir sistemin bir adım ötesine gidemiyorsun. Ben bu sistemin bu çarkın dışına çıkacağım dediğin anda bankalar tokat olup patlıyor suratında. Hayatımın her alanında kaybediyorum her alanında tek bir şey kazanamıyorum. Böyle gitmez bu diyeceğim bir argümanım yok bir süre daha böyle gidecek. Önemli olan sanırım o bir süre boyunca hayatta kalabilmek. Kalırsam devam eder iyimserliğini taşımak istiyorum hayat adına.
Çok boktan olduğunu yinelemenin gereği olmadığını düşündüğüm şu hayattan öldüğümde güzel bir şeylerden bahsedemeyeceksek biz bunca hayatı niye yaşadık diyor insan? Gerçi yaşadık mı onu da diyor insan.
En güzel hayat da mı henüz yaşanamamış olandır?
Klişelere Boğulmuş Sürreal Harfler
15 Şubat 2013 Cuma
3 Şubat 2013 Pazar
Oyunbozan
Kanun mu bu yalnızlık
İçindeki yabancı
El üstünde dururken kuyuya düşen
Alnımda yazanlar mı? Aklımda kalanlar mı ?
Oyunbozan mı haklı biri söylese
Bak dinledim seni dokunmadım sana
Dokunmadım kalan rüyalara
Zarar ziyan döküldü ortaya
Ölüm kadar rahatmış ayrılık
Ufak tefek birkaç sorun mu var
Geçer geçer zaman şu an yalan
Dedi ki bak silindi bak hafızam
Hayat kadar yalanmış ayrılık
Alnımda yazanlar mı aklımda kalanlar mı
Oyunbozan mı haklı biri söylese
Bak dinledim seni dokunmadım sana
Dokunmadım kalan rüyalara
Zarar ziyan döküldü ortaya
Ölüm kadar rahatmış ayrılık
Ufak tefek birkaç sorun mu var
Geçer geçer zaman şu an yalan
Dedi ki bak silindi bak hafızam
Hayat kadar yalanmış ayrılık
30 Ocak 2013 Çarşamba
Feda...
İstasyonda
bekleyen kalabalığın arasında yaşlı bir
kadın gördüm. Kadın elindeki bavulu sanki geçmişini taşırcasına sıkı sıkıya
tutuyordu.Birden bana doğru döndü , bu yaşlı kadını tanıyordum.Ama nerden
tanıdığımı bilmiyordum.O fark etmeden uzun bir süre onu izledim.Tedirgin
hareketgondaleri , etrafa ürkek bakışları onun farklı biri olduğunu ele
veriyordu.Tanrıdan onunla aynı vagonda yolculuk yapmayı diledim.Ancak onunla
konuşursam hatırlayacaktım nereden tanıdığımı.
Tamı tamına iki yıl
olmuştu…İstanbul’dan Ankara’ya uzaklaşarak unutmak için gelmiştim.Neydi
uzaklaştığım ?Gittiğim yere gelmemiş miydi ? Gelmişti.2 yıl önce sevdiğimi kaybettiğim şehre
dönüyordum.Ümit öldürüleli 2 yıl olmuştu.Ölümden öte katledilişti bu ama ölüm deniyordu.Onu unutmak ancak
uzaklaşarak olur sanmıştım.Unutamayınca tekrar geri dönüyordum.Trenimin kalkış
saati gelmişti.Gözlerim yaşlı kadını aradı ve o da İstanbul yolcusuydu.Bu olay
beni çok sevindirmiş ve onun olduğu taraflardan bir yere gidip
yerleşmiştim.Tren hareket edene kadar ve ettikten bir süre sonraya kadar
elimdeki kitabı okudum.
Okumamı bitiren cümle yaşlı kadından gelmişti ; “yemez
misin?”Gülümseyen suratıyla bana baktı ve teşekkür ederek bir parça almıştım
onun azığından. “Yolculuk nereye” dememle birlikte yüzü bir kez daha
aydınlanmıştı.Oğluna gidiyormuş , üç dört senedir de görmüyormuş.Gülümsemesinde
yine de bir burukluk vardı.Çok özlediğini söylerken hep gözleri
doluyordu.Elindeki bavulu ise onca lafıma rağmen elinden hiç bırakmadı.Hiç
sormuyordu , sadece anlatıyordu.Adını hiç söylemedi, hep “karam” diyordu.
“Karam”… “Az dur da sana fotoğrafını göstereyim.Bak bakalım yakışıklı mı
“karam” ?” dediğinde gülümseyerek bakmıştım.Cebinden çıkardığı fotoğrafı bana
gösterdi.Göz ucuyla bakarken birden fotoğrafı elime aldım ve “bu mu senin
oğlun” dedim. “Yakışıklı değil mi” dedi.Ben donup kalmıştım.Fotoğraftaki çocuk
Ümit’ti.Ben Ümit’in annesiyle yolculuk ediyordum.Bir yerden çıkartacağım
dediğim yer ise Ümit’in siyah cüzdanının resimlik bölümüydü.Zavallı kadın oğlunu görmeye gittiğini söylüyordu.
Bilmiyor muydu? “Geçen gün aradı.Karakoldaymış.Anne
gel beni al , sen gelmezsen çıkartmıyorlar dedi.Bende onu almaya
gidiyorum.Sakın yanlış anlama kızım, oğlum kötü bir şey yapmadı. “Polisler yanlışlıkla götürmüşler karakola”
dedi.Ümit ölmüştü , annesi yanımdaydı ve annesi Ümit’i almaya gidiyordu.Bir kaç
konuşmadan sonra gerçeği bildiğini düşündüm.Bir ara bana “sen kime gidiyorsun”
dedi. “Sevgilime” dedim.Oynadığı oyun bozulsun istemedim.O oğluna gidiyordu ve
oğlu benim sevgilimdi.Onun oğlu yaşıyordu o zaman benim sevgilim de yaşamalı
dedim.
Yol boyunca
o bana oğlunu ben ona sevgilimi anlattım.İkimizin de gözleri dolu
doluydu.Elinden bırakmadığı çantasından söz açıldı bir ara ve ona içinde ne
olduğunu sorduğumda ; “bomba olacak değil ya a kızım” demişti.Ümit gibiydi.Beni
o da böyle abartılı sözlerle geçiştirirdi.Üstelemedim.
Uyandığımızda
sabahın ışıkları camımızdan içeri girmiş ve bizi aydınlatıyordu. İstanbul’a
sonunda gelebilmiştik.Ondan ayrılmamanın yollarını ararken onun teklifiyle
dileğim oldu.Bana oğlunun kaldığı karakolun yerini bilmediğini elinde yazan
adrese nasıl gideceğini sormuştu.Onu oraya getirme teklifimi olumlu
karşılayınca beraber yol koyulduk.Yolda köylülerinin dediklerinden
bahsetti.Köylüler karakolda işkence olduğunu hele ki siyasi suçsa zor
çıkacağını söylemişler Zehra Teyzeye.Bana sordu , ne diyeceğimi şaşırdım ;
“Korkma sen , bir şey olmaz.Onlar eskidenmiş.Polisler artık eskisi gibi
davranmıyorlar , daha anlayışlılar.” Kendimin inanmadığı bu sözlerle Zehra
Teyzeyi inandırabileceğimi sandım. Bir buçuk saatlik yolculuktan sonra oraya
gelmiştik.O karanlık yer…Ümit’in ölü bedenini elimize tutuşturulduğu yer…Hesap
bile soramamıştık.
Kendini asmışmış…Yalan!Zehra Teyze’ye gözlerim dolu bir
şekilde “burası” diyebildim.Bana “buralarda bir tuvalet var mı , Ümit’im beni
böyle görmesin, elimi yüzümü yıkayayım.” dedi.İndiğimiz andan itibaren elimde
taşıdığım bavulunu da aldı ve gösterdiğim tuvalete girdi.Çıktığında bir
gülümseme çökmüştü ki yüzüne o an ben bile Ümit’le görüşebileceğini
sandım.Tekrar bavulunu taşımak için elime aldım.Bir öncekinden hafif gibi geldi
, aldırmadım. “Sen gidebilirsin kızım” dedi.Onu bekleyeceğimi söyledim.Onunla
aldığı cevaptan sonra konuşmak istiyordum. “Tamam” dedi ve girdi içeri.Ben
heyecanla bekliyordum.
Oğlunun ölüsünün çıktığı yere o gülerek giriyordu.İçeri
gireli iki dakika ancak olmuştu ki karakoldan bir patlama sesi yükseldi.Bina
neredeyse yerle bir olmuştu.Ortalığı kaplayan toz dumanının içinden kaçarak bir
sokak arasına girmiştim.Arkamı döndüğümde toz bulutu öylece duruyordu.Düşündüm
, o çantada bomba vardı.Annesi oğlunun intikamını almak istemişti.Bavul hala
elimdeydi.İçini açtım ve elbiselerin üstünde bir not vardı.Notta yazılanları
okumaya başladım ; “Oğlum kocan , ben annen olmak isterdim.Ama olmadı.Sana
düğününde beşi bir yerde takmayı da isterdim.O da olmadı.Sana verebileceğim ne
Ümit’im var , ne de beşi bir yerdem.Sana ancak oğlumun intikamını hediye
edebilirim…Seni oğlumun gönderdiği fotoğraflardan tanıyıp da seven Zehra
Annen…”
Bahane...
-Merhaba,rahatsız ediyorum ama üst katınıza yeni taşındım.
Daha yerleşemedim varsa sizde bir intihar bahanesi alacaktım.
Kadında şaşırmadan hiçbir iz gözlemlemedi ve kadında aynı
kibarlıkla cevapladı:
-Hoşgeldiniz maalesef bizde de bize yetecek kadar var başka
zaman inşallah.
Doğru fazlası olsa verebilecek içtenlikte ve gerçekçilikte
bir kadına benziyordu. O telaşla evin dağınıklığını bırakıp çıktı dışarı. Yavaş
adımlarla gezindiği sokakta köşedeki markete “hem bir su alayım hem de bahenem
olsun adres sorarım” niyetiyle girdi. Adam o sırada televizyonda “ölemden öte
köy var” isminde dini bir program izliyordu. İşi düştüğü için “selamun aleyküm”
deme gereği duydu. Adam da uzun bir giriş cümlesinden sonra aleyküm selama
geldiğinde istem dışı esnedi. “Bi’ soğuk su bi’ de…” Adam dönüp baktığında “neyse
unuttum onu da dönüşte alırım” dedi.
Bahane bulmak o kadar zor olmamalıydı. Aslında bin bir türlü
bahane var ama geriye öyle sağlam bir bahane bırakmalıydı ki kimse ağzını açıp
da sövmeden ağıt yakabilmeliydi ardından. Hep hazırda bulundururdu aslında
cesaret zamanları için sakladığı ama onu da geçen gün lise arkadaşına vermişti.
Kendisi için o kadar da önemli değildi zaten zor da kalırsam diye saklıyordu
onu da; ama sıkı bir Teoman dinleyicisine Teoman müziği bıraktıktan sonra ne
dinleyeceğiz şimdi biz bahanesi yeter de artar bile!
Geçen minübüsü refleks olarak durdurdu ve bindi, ne kadar
bozuk para varsa bakkalın verdiği parayı uzattı ve “pia’nın evine” dedi. Pia ne
zamandır kayıptı ama sonunda yerleşik hayata geçmişti demek ki. Kaptanı da az
uğraştırmamıştı. Adamcağız “ellerini tutabilsem pia’nın eksiksiz ölürdüm”
derken belki de şu anda Pia’nın ellerini tutacak bu gittiği yerlerde. Minübüs’te
çalan caz şarkıya eşlik ederken telefon çaldı “he tamam, he, anladım, tamam kapat anladım”
geçiştirmeleri içinde geçen konuşmanın ardından tekrar minübüs radyosundaki caza
eşlik etti.
“Şimdiki cazcılar eskileri kadar iyi değil” diyen teyze
olmasa devam da ederdi de, teyze hiç susmayınca “kaptan ilk aşıklarda indir
beni” dedi. Kaptanın ışıkları tek tek geçerken aşık bulması zor olsa da kuytu
bir köşede indirdi yaklaşık 5 dakika sonra. İndiği caddedeki ilk kafeye
girdiğinde Ayten’i gördü. “Milyonkere Ayten” tek başına oturuyordu. Kısa
sohbetten sonra “Ayten bana bi’ bahane lazım” Ayten kendinden emin “beni Markiz
pastanesinde vurdular sen vurdun” dedi. Ezberlenmiş sözler gibiydi ama çok daha
fazlasıydı aslında. “Ölülerin ne kendilerine ne de başkalarına bahaneleri olmaz”
“Bahanenin adı da Ayten olacak değil ya” diyerek o kafeyi de terketti.
Kısa bir yürüyüşten sonra kentin en işlek boş sokağına
vardı. Yine telefon çaldı; “anladım, çok iyi, peki, nasıl istersen,beni
kandırmıyorsun değil mi, tamam hoşça kal bekliyorum”…Konuşmasının ilk
saniyelerinden son anına kadar yüzüne gelen gülümseme kalıcı bir mimik gibi
saplanmıştı çirkin suratına. Yoldan
geçen adama “ buranın en yüksek kaldırımı nerede” diye sordu. Adamın karışık
tarifine rağmen sadece 3 “burası mı acaba” iç geçirişi ve sorusundan sonra
kendi kendine bulabildi. En yüksek kaldırımın ucuna kadar gitti. Önce tükürdü
yere doğru sonra tükürüğüne yetişmek istercesine bıraktı kendini. Aşağısı kan,
aşağısı beton, aşağısı su, aşağısı intihar…İntihar etmek için sadece bir bahane…Telefondaki
ses ne dedi? Bunu hiçbir zaman bilmeyeceğiz. Ama şu kesin ki bundan daha fazla
mutlu olamayacağını o da biliyordu 30 yıl sonra gelen bu tebessümle…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)